Öncelikle:
bkz: Santa Claus
Yazarı tanımam etmem ama olayın iç yüzünü kısa ve öz, aynı zamanda da eğlenceli bir dille yazmış kanımca.. Şimdi düşününce, aslında ortada iki farklı "gerçeklik" var: Biri kimi çocukların inandığı/inanmadığı, Coca Cola Company tarafından empoze edilmiş, eğer iyi bir çocuk olursanız bunun karşılığında sizi oyunaklarla ödüllendiren Noel Baba, ve bu efsanenin altında/gölgesinde kalmış, gerçek Aziz Nikolas..
Kimi çocuk, bu efsanevi amcayı pek sever, her sene bir umut oyuncak bekler kendisinden, vesaire. Kimi çocuk ise, gerçekçi ve/veya materyalist anne-babaları tarafından işin "Yok çocuğum öyle biri gerçekte" kısmını öğrendikleri için, ya da bir umut bekledikleri oyuncak hiçbir zaman gelmeyince, Noel Baba'ya inanmazlar (ya da bazıları, bir bakıma küserler aslında, varlığını reddetme kisvesi altında).
Diğer yanda, bütün bu mitin kaynağı, gerçekten de Antalya civarlarında yaşamış olan, fakat efsanedeki ren geyikleri ve "hohoho"lar ile pek de uzaktan yakından alakası olmayan bir adam olan Aziz Nikolas'tır. Çocukların koruyucu azizi olduğu gibi, aynı zamanda hırsızların azizi olarak da bilinir. Zira kendisi, hırsızlık yapanları bu kötü yoldan döndürme hikayeleri ile de anılır. (kaynak için buraya bakınız)
Peki, bu size neyi çağrıştırıyor?...
...
Tamam, size bir şey çağrıştırmadıysa, hemen sadede geliyorum =). Belki biraz zorlama bir benzetme olduğunu düşünenleriniz olacaktır, ya da daha iyisini bulanlarınız. Tabii "daha iyi"lerini paylaşırsanız ne mutlu bana..
Bana öyle geliyor ki, "Tanrı" kavramı da, Noel Baba ile ilgili olarak bahsettiğim şekillerde ele alınıyor sanki..
Tartışmalar sürekli "Noel Baba" üzerinden yapıldığı için, en sonunda yine hiçbir yere varılamıyor.. Tartışan taraflar ne kadar "akademik" olursa olsun..
Bu çıkmazda kalan en önemli başlıklar da sanırım "laiklik/sekülerlik" konularıyla ilgili olanlar. Akademisyenler, bu başlıklarla ilgili teorik/bilimsel çalışmaların ve makalelerin eksikliğinden yakınıyorlar son yıllarda. Çünkü zamanın kurucu babalarından, üç önemli isim olan Weber, Durkheim ve Marx, dini inancın ilkel bir eğilim olduğunu, moderniteyle birlikte ortadan tamamen kaybolacağını iddia etmişler. Ve özellikle de Marksist cephe tarafından da üzerine konuşulmaya değer bir konu olarak bile görülmemiştir.
Neyse, çok derinlere girmeden kısa keseyim.. Ama şu da var ki, bu konuda kapsamlı bir araştırma yapmak imkansız gibi.. Çünkü resmen ortamdan ortama, "inançlı olmak" ya da "inançsız olmak" tercihlerinin "popülerliği" değişiyor.. Yani demek istediğim, konu ile ilgili yapılacak saha araştırmalarının mükemmel bir biçimde hazırlanması ve uygulanması lazım ki, elde edilen datanın güvenilirliği ve geçerliliği garantilensin. Zira, 80'li yıllarda, şimdi hangisi olduğunu hatırlayamadığım bir Avrupa ülkesinde, akademisyenler arasında yapılan "inanç" temalı bir ankette ilk başta elde edilen sonuçlar ile, aynı kişilerle, neredeyse yüzde doksan benzer sorular ile hazırlanarak yapılan ikinci anketin sonuçları oldukça farklılık göstermiştir.
Sanırım, insanın inancını belli etmesi bazı çevrelerde ayıp olarak karşılanıyor.. Tıpkı bazılarında da inançsız olmanın ayıp olarak nitelendirilmesi gibi..
Kanımca yobazlığın, at gözlüklerinin, önyargıların her türlüsü tehlikelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder