30 Kasım 2013 Cumartesi

Batan Geminin Malları :) - yeni ürünler eklendii!!




                    Eveet, sonunda yapıyoruz galiba.. "Tası tarağı toplayıp Güney'e mi yerleşsek yeaa?" diye diye, sonunda gidiyoruz. İşimizi gücümüzü, yerimizi yurdumuzu, eşimizi dostumuzu geride bırakmak biraz zor olacak, ama bence her şey sonunda çok güzel olacak. Giderken, sonu çok da net görünmeyen bir yola giriyoruz aslında. Ne yapacağımız çok da belli değil. Şimdilik Fethiye'de bir çiftlik-butik otelde gönüllü olarak çalışacağız. Yani kalacak yer ve 3 öğün yemek dışında bir gelirimiz olmayacak bir süre. Biraz bağ-bahçe, hayvan bakımı falan öğrenmek istiyoruz, zira yeni hayatımız daha doğayla iç içe, daha az üretmeden tüketime dayalı olsun istiyoruz.

                   Arkamızda herhangi bir borç (kredi borcu, kredi kartı borcu, vs.) bırakmadan gidecek olsak da, Ankara'daki evin az da olsa gelecek olan faturaları, cep telefonu faturaları, özel harcamalar ve kedimizin ihtiyaçları için bir süre cepten yiyeceğiz. Ayrıca hayatta ne olacağı belli olmayacağından, elimizde ne kadar para olursa kardır diye düşünüyoruz ve bu sebeple evdeki bir takım şeyleri satmaya karar verdik. Şimdilik ufak şeylerle başlıyoruz. Bu listeye zaman içinde muhtemelen daha pahalı ve büyük ürünler eklenecek (lcd tv, takım elbise, orijinal PS3 oyunları, kullanılmamış bir takım kıyafet ve ayakkabılar vs. gibi).

                   Bunu yeni ve çok daha farklı bir hayata başlamaya cesaret etmiş genç bir çifte ufak da olsa bir yardım olarak görebilirsiniz. Bu konuda herkesten o kadar fazla destek gördük ki, emin olun siz de böyle bir şeye karar verirseniz bir gün, çok da zor olmadığını göreceksiniz. En zor kısım, karar verme aşaması.. O da alışkanlıklar ve maddeye bağlılık yüzünden en başta çok zorlayıcı oluyor, ama bir kez o karar kesin olarak verildiğinde, insanın içi sonsuz olasılıkların heyecanı ile doluyor ve yaşam enerjisi artıyor.

                  Neyse, sadede geleyim :) Aşağıda bir takım 2. el-sıfır ürünler var satmak istediğimiz. İlgilendikleriniz için önceliklesatilikbirseyler@yandex.commail adresinden iletişime geçebilirsiniz. Daha sonra telefonlaşırız, ederiz.. Ayrıca evimizde bir dünya kitap, orijinal DVD film, oyun, ilginç dekoratif eşyalar da bulunmakta. Evimize gelip, beğendiğiniz bir şey olursa "Aa, şu da pek güzelmiş, kaça verirsiniz bunu?" derseniz mesela, "Yok kardeş, o satılık değil." de diyebiliriz, "Hmm sana şu kadara olur." da diyebiliriz, bilemiyoruz :) Ankara-Çayyolu'nda yaşıyoruz. Başımızın üstünde yeriniz var.

                 Ve işte satılık bir şeyler:


7 Aralık Cumartesi Güncellemesi: (yeni ürünler üste ekleniyor)

Bunların haricinde de eklemeler olacak. Lütfen takipte kalınız :)



PS3 40 GB Fat Kırdırılabilir + 2 Sony Dualshock Kol + HDMI Kablo+ 16 Adet Oyun:

40 GB kırdırılabilir versiyon. Biz kırdırmadık, orijinal oyunları ile oynadık. Yanında 2 adet Sony Dualshock kablosuz gamepad, Hama HDMI altın uçlu kablo ve 16 adet oyun veriyoruz. Oyunların hepsi kitapçıklı ve online kodludur. Oyunlar şunlar: 

1. Red Dead Redemption
2. Hitman Sniper Challenge (online kodlu oynanıyor, ilk gösterim)
3. God Of War Collection ( İçerisinde 3 adet Sony'nin ps3 için hd hale getirdiği klasik oyunlar ve bir adet ps 3 için özel god of war oyunu var)
4. Bioshock 2
5. Fallout 3
6. Uncharted 2 : Among Thieves
7. Call Of Duty : Black Ops
8. Kane & Lynch 2 Dog Days ( Limited Edition )
9. Infamous 2 (Türkçe dil destekli)
10. Darksiders
11. Crysis 2 ( Türkçe dil destekli)
12. Fifa 12
13. Pro Evolution Soccer 12 (PES 12)
14. Dead Space
15. Darksiders
16. NBA2K12 (3D destekli oyun)

Hepsi birlikte 650 TL.








Vestel 32'' LED TV (HD Ready):
Tam olarak modeli şu: Vestel 32VH6013 32''
Herhangi bir sorunu yok. Sadece PS3 ile çok az kullanıldı. 2012'nin Ağustos'unda alınmıştı. Yani hala garantisi devam ediyor. Oldukça ince panelli ve şık bir model. Kapanırken göz kırpan robot gözleri çıkıyor falan :) Ekranın altındaki açma kapama tuşu, vs.. dokunmatik.. Bir takım teknik özellikleri şöyle:

TEKNİÖZELLİKLER VE FONKSİYONLAR :
Seri: Design
Dinamik Kontrast: Super Dynamic Contrast

VİDEO:
Ekran Boyutu (cm): 82
Çözünürlük: HD-Ready (1366x768)
Panel Tipi: LED

SES :
Ses Çıkış Gücü: 2 x 6 W
Ses Kalitesi: German + Nicam Stereo

BAĞLANTILAR :
HDMI:2
USB Bağlantı:1
Scart Girişi:1
Komponent Girişi: Var
Audio Video (AV) Girişi: Var
KulaklıÇıkışı: Var

USB Desteklenen Media Formatları
Usb Video,Usb Audio, Usb Resim


DİĞER :
Combfilter:Var
Hem Televizyon Hem Bilgisayar Monitörü Olma Özelliği: Var
Bilgisayar Olarak Çalışırken TV' den Ses Alabilme: Var
Program Hafızası: 1000
Teletext: Evet/1000
Toptext: Var
Görüntü Sistemi: PAL SECAM B/G D/K I/I' L/L'
Resim Formatı: 16:9 / 4:3 / 14:9 / Sinema / Altyazı / Zoom
Programlar Arası Otomatik Ses Seviyesi (AVL): Var
Çocuk Kilidi: Var
Kablolu Yayınlara Uyum: Var
Otomatik Kanal Arama (PLL): Var
Otomatik Kayıt ve Program Arama (APS): Var
OSD (Komutlari Ekranda Görerek Verme): Var
Bir Önceki Programa Tek Tuşla Geçebilme: Var
Zaman Ayarlı Kapanma (Sleep Timer): Var
Yayın Bittiğinde Otomatik Kapanma: Var
İsim Verme: Var


Fiyat: 600 TL










HTC ChaCha Dokunmatik + Klavyeli Telefon: 

Hiçbir sorunu yok. Dokunmatik ekranlı + klavyeli olması büyük rahatlık. Ekranında hep koruyucu filmle ve arka koruma kılıfıyla kullanıldı. Hali hazırda kullandığım kılıfla birlikte, bir tane de hiç kullanılmamış ekran koruyucu film vereceğim. Kulaklığı da hiç kullanılmadı. Kutusu, bağlantı kabloları, şarj aleti, kullanma kılavuzu, vs.. her şeyi eksiksizdir. 1,5 sene falan önce Electro World'den alınmıştı. Yani yaklaşık bir 6 ay kadar daha garantisi var. Ankara içi elden teslim etmeyi tercih ederim. İncelersiniz edersiniz.. Herkes için daha iyi. 280 TL








*********

3Aralık güncellemesi:


Command & Conquer: Generals Deluxe Edition (4 Disk): 15 TL


PC Oyunu






Club (PC Oyunu): 5 TL







Robots (PC Oyunu): 10 TL








Wolfschanze II (PC Oyunu): 5 TL

Fotoları döndüremedim :( PC'de normal, burda niye böyle oluyor bilemedim.. Neyse..





Caesar IV (PC Oyunu): 7,5 TL




                                                            Oyunlar burda bitiyor :)

                                                        *************************

Siyah CD'lik: 15 TL

48 adet CD alıyor. DVD sığmaz. Sökülüp takılabilir bir model değil, sabit.






Ahşap Istakalı Okey Takımı: 12,5 TL

Eksiği gediği yok. Daha önce de satmayı düşündüğümüz bir zaman kutusunu sıkı sıkı bantlamıştık. Şimdi açmadan çektim fotoyu, o yüzden bir şey ifade eder mi bilemediğim halde, bu şekilde ekliyorum fotosunu:





Renkli Silikon Saatler: her biri 3,5 TL

Pilleri bitik olduğundan ekranlarını çekmedim. Açık pembe saatli fotodaki gibidir ekran görüntüsü. Tuşuna basıldığında, tarihi gösterir 3-4 saniye boyunca. Şu an hepsinin ekranında koruma jelatini var. Hepsi sıfırdır. İkinci fotoda görünenlerin haricinde kalmadı elimizde.






iPhone 3GS İçin Kılıflar:

Siyah-delikli olan sıfırdır. O ve yanındaki silikon gri kılıf, 5'er TL. Diğer beyaz olan sert mikadan. Arkası yarı şeffaf. O, 10 TL. Sıfır olmayanlar da çok çok az kullanıldı.







Beta Marka Bilekten Bağcıklı Sandalet/Babet: 40 TL

Astarı da, dışı da doğal deri. 1,5 sene kadar önce Beta Mazağası'ndan alındı ve sadece 2 kez giyildi. Bu tip bir ayakkabı giymem normalde ama deseni ve renkleri şahaneydi. Belki giyerim diyip aldım ama olmadı, olamadı :) Ben normalde 37 giyerim spor ayakkabıda, ancak bu ayakkabı 36 numara. Gayet rahat oluyor bana. Yıldız desenleri delik kendinden, yani teninizin renginde oluyorlar :) Şu an artık Beta'larda bu modelin aynısından yok.







"Touch Me" Narenciye Sıkacağı:

Çalışıyor mu diye bakmak üzere açıldı, o kadar. Narenciye falan sıkmak nasip olmadı :)
20 TL





IKEA "5 x Annons" Tencere-Sosluk Seti (Paketinde - Sıfır):

KÜÇÜK SOS TENCERESİ  : 0,8 LT
ORTA BOY KAPAKLI TENCERE  : 1,4 LT
BÜYÜK TENCERE  : 2,4 LT

Paslanmaz çelikten yapılmıştır; darbeye dayanıklıdır ve kolay temizlenir.
Üç katmanlı tabandan oluşan bu tencere, ortasında alüminyum bir katman bulunan paslanmaz çelikten iki katman sayesinde yemeğin yanıp tavaya yapışma riskini azaltır.
Kapaklardaki buhar havalandırması basıncı azaltır, böylece yemek kolayca taşmaz. Büyük tencereninkiler hariç, saplar çıkartılabilir. Böylece bulaşık makinesine kolay girer.

25 TL






Sarı Otobüs Çerçeve - Karınca Design'dan - (Kutusuz-Sıfır):

Hediye gelmişti, kullanamadık. 12 tane küçük boy (vesikalık tadında) foto alır. Arka kısmı siyah kadife.
Şu link'tekinin aynısı. 20 TL








Bleach Anime Karakteri "Kon" - Peluş Oyuncak (20 cm civarı):

eBay'den alınmıştı zamanında. Ortalıklarda gezmedi, bir kutunun içinde durdu hep. O yüzden tertemiz. Asmak için ipi de var. 20 TL






Full Action Figür "Mai Shiraniu" - (kutusunda):

17 cm boyunda. Tüm eklem yerleri hareketli. Çok az bir süre dışarıda durdu, sonra kutusunda muhafaza edildi. 35 TL







Masa Tenisi Seti - File + 2 Raket + 2 Top - (Paketinden çıkarılmış - Sıfır ayarında :)): 

Decathlon'dan almıştık 1 sene falan önce. Her tür masaya takılabilen bir filesi var. File kıvırarak/açarak ayarlanabiliyor. Bir iki denedik raketleri, o kadar. 25 TL





Upwords Kelime Oyunu:

Üç boyutlu kelime oyunu olarak geçiyor. Yapılan kelimenin üstüne yeni harfler ekleyerek yeni kelime üretilebiliyor. 2-4 kişilik. Biz maymun iştahlılar, sadece bir kez oynadık, sonra bir kenara kaldırdık. Her şeyi tam, sıfır gibi zaten. Fotoğraf, temsilidir :) 20 TL






Avon Christian LaCroix Rouge 50 ml - Kadın Parfümü (kutusunda - sıfır):

Kutusu var fakat ambalajı açılmıştı. Bir kez koluma falan sıkmış olabilirim sadece. 30 TL





Caldion Night - 100 + 15 ml - kadın parfümü seti (kutuları yok):

Biri 100'lük, biri 15'lik çanta boyu.. Hiç kullanılmadılar. İkisi birlikte 15 TL




***


Şimdilik bu kadar :) Birkaç gün içinde yeni şeyler ekleyeceğiz muhtemelen. Fotolar blog'da büyümüyor sanırım. İsteyene mail ile orijinal boyutlu fotoları atabilirim. Mail adresimizi bir daha yazayım: satilikbirseyler@yandex.com

Görüşmek dileğiylee :)

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Şimdi Reklamlar


İnanır mısınız. bunların tamamını art arda izledim:

1. "Onun süsü hiç bitmeyecek, onunsa maçı. Onun şefkati bitmeyecek, onun maceraları. O peşinden koşturacak, o peşinden koşacak." http://www.youtube.com/watch?v=s_Rs632yIt8 
Evet, burada kız çocukları ve erkek çocukları için ayrı ayrı bebek bezleri üretmeyi akıl etmiş çok akıllı bir bez markasının reklamı var. Zamanında başka bir marka da kamuflaj desenli bebek bezi üreterek daha çılgın bir çıkış yapmıştı ama bu da değişik bir atak tabii ki, taktir ediyorum.. 

2. İkinci reklamımız, çocukları evde çılgın atarken çaresiz kalan bir babayla ilgili. Kız çocuk annesinin bembeyaz elbisesini giymiş, bir de sürmüş sürüştürmüş, elbiseyi de rezil etmiş. Baba da anne eve gelmeden olayı örtbas etmek istiyor. Makineye atmış elbiseyi ama, hayatı boyunca önce annesi sonra karısı makineyi çalıştırmakla yükümlü olmuş olacak ki, makineyi çalıştırmadan önce anacığını arıyor. Anası da "at jel kapsüllerden bi tane makinenin içine, salla gitsin" diyor. Şimdi desem ki adam jel kapsülü ilk kez kullanacak herhalde, ondan bilemiyor. Be adam, okuma yazman da mı yok? Bir dünya kullanma talimatı yazıyor her bir şeyin üzerinde.. http://www.youtube.com/watch?v=HfgUVwX1zOE

3. Son dallama reklamımız ise, gerçekten mavi ekran verdirici.. Aynen şöyle zira: http://www.youtube.com/watch?v=qBQgefLiKwE
Konuşulanlara şaşkınlıkla bakan kızın en sonunda "Lan gerizekalı mısınız hepiniz? Ne biçim arkadaş ortamına düştüm! Angut musunuz nesiniz!" diye bağırarak ortamı terk edeceğini sanarak çok yanılmışım..

Şimdi ciddi anlamda bunların üçünü arka arkaya izleyince, bir yerlerden bir hakaret yemişim gibi hissettim.. Tamam eskiden de reklamlar bazı istisnalar hariç, çok zeka pırıltısı içermiyordu ama, ama bu kadar da hakaret niteliğinde değillerdi sanki.. İnsanlar giderek aptallaşıyor mu, yoksa reklamcılar öyle olduğunu mu var sayıyor, ya da böyle böyle aptallaştırabiliriz kesin diye mi düşünüyorlar, ciddi ciddi düşünüyorum.

11 Haziran 2012 Pazartesi

Vücudumuz Kime Ait?



T.C. Anayasası, Madde 17: “Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz."[1]


            Yunanca kökenli olup, birebir kelime anlamı “iyi ölüm” olan ötanazi, kimilerine göre içinde “iyilik” barındıramayacak bir kavramdır. Tıbbın ve yasaların nihai görevi kişiyi ne pahasına olursa olsun yaşatmak iken, tecrübe etmeyenin anlayamayacağı derecede fizyolojik ve psikolojik acılar çeken bir insanı “ne pahasına olursa olsun” yaşatmak, işkence olarak değerlendirilemez mi? Hastanın tedaviyi reddetme gibi bir hakkı varken, ötenazi yasal olmadığı için kötünün iyisini tercih etmek olarak tedaviyi reddedişi ile gelen acılı ve zorlu bir ölümün yasal olması nasıl bir durumdur?

            Günümüzde sayılı ülkede (Hollanda, Belçika, Almanya, Lüksemburg, Meksika'nın bazı bölgelerinde, ABD'de ise Washington ve Oregon'da)[2] legal bir uygulama olarak kabul gören ötanazi, bir çeşit "anti-doktorculuk" ve kimi zaman da "tanrıcılık oynamak" şeklinde değerlendirilebiliyor. Fakat bir noktada bu iki yakıştırma birbiriyle çelişiyor. Zira, "doktorculuk oynamak" da bir nevi tanrıcılık sayılabilir. Özellikle tıbbın henüz çözüm bulamadığı hastalıklarda, ya da tedavinin yeterli ve iyileştirici olmadığı durumlarda, ve hatta kişinin hür iradesiyle intihara teşebbüs etmesi durumlarında dahi, hastayı ısrarla hayatta tutma çabaları tamamen Hipokrat yeminine bağlılıktan mıdır bilinmez, ama bir bakıma “kadere” ve intihar vakalarında da özgür iadeye baş kaldırmak olarak değerlendirilmeleri gayet mümkündür.


            Bununla birlikte, semavi dinlerin tümü ve Budizm de ötanaziye hiçbir zaman olumlu bakmamıştır. "Tanrı'nın verdiği canı ancak Tanrı alır" anlayışı ile temellendirilen karşı çıkışlar, özellikle İslam anlayışında, "kişinin çektiği sıkıntılar ve acılar onun sınavı olabilir, yani "sabretmelidir" görüşü ile de desteklenmiştir. İnsan Allah tarafından yaratılmıştır ve hayat ona Allah tarafından bahşedilmiştir. Bu sebeple insanın kendi canı üzerine karar verebilme hakkı yoktur, bu hak ancak Allah’ındır. Bu sebeple de ötanazi ve benzeri uygulamalar, katl olarak nitelendirilir. Ancak görünen o ki, insanın kendi canı üzerinde karar verme hakkı, direkt olarak başkalarına devredilmiştir: Kişinin hayatını az bile olsa uzatmaya yarayabilecek teknikler, durum müsaitken mutlaka uygulanmalıdır. Yani kişinin ölüme terkedilmesi kesinlikle doğru olamaz. Aynı şekilde, kişinin Allah'tan ölümü dilemesi de hoş karşılanmayan bir davranıştır. Hıristiyanlık ve Musevilik'te de durum farklı değildir. İnsanın canının üzerindeki yegane hak sahibi Tanrı'dır. Kişinin kendi hayatına son vermesi, On Emir'den altıncısı olan “Öldürmeyeceksin”e direkt olarak karşı gelmek ve Tanrı'ya hakaret etmek olarak nitelendirilir. Sonuç olarak dini açıdan bakıldığında, kulunun acı çekmesine göz yummayı tercih eden bir tanrı profili ortaya çıkıyor, ki 1543 yılında keşfedilen eter, 1846 yılına kadar yasaklı olup, ameliyatlarda kullanılmamıştır, ve bu yasağın en önemli argümanı da Batı dünyası için “Tanrı, acı çekmemizi istiyor” olarak tarihe geçmiş, insanlar uzun yıllar boyunca bilinçleri açık bir haldeyken, yoğun acılara sebep olan cerrahi operasyonlara maruz kalmışlardır.

           

            Bu durum, ciddi acılar çeken inançlı bir hastanın, zor bir çıkmaza girmesine sebep olur. Bir yandan tanrıya bu acıyı dindirmesi için yalvarırken, her gece bir daha aynı acı dolu güne uyanmamak dileğiyle başını yastığa koyar. Fakat dileği gerçekleşmedikçe ve inancı yüzünden kendi hayatına son veremeyeceği için, kendisine en yakın kişilerden yardım bekler. Birce Erdal isimli arkadaşım, Ekşi Sözlük'te paylaştığı bir anısında, kendisine kan kanseri teşhisi konan anneannesiyle ilgili şunları anlatıyor: “(...) Anneannemin hasta olabileceğini o ana kadar hiç düşünmemiştim. çocuktum diyorum ya, kahramanlarım da ölümsüzlerdi. Eve hırsız girse anneannem hırsızı öldürürdü, beni kaçırmak isteyecek kötü adamları anneannem döverdi, beni üzen arkadaşlarıma anneannem kızardı. Anneannem vardı ya! Başka neye ihtiyacım olacaktı?

Ama öyle olmayabileceği bir anda dank etti. Annemin gözlerindeki acıdan veya dolmuş gözlerinden belki. Veya sadece titreyen sesi... Bilmiyorum. Daha yavaş hareket ediyordu sanki anneannem, ayakta durduğundan çok uyuyordu. (...) Aradan birkaç ay geçti ve anneannem artık yataktan kalkamaz hale geldi. Durumu iyice kötüleyip, ağrıları inlemelerine karışınca odasının kapısını da kapattılar. Artık hiç göremiyordum onu. Bir gün, annemin odasına girmesini fırsat bilip odayı dinledim. Şu an bunları yazarken dahi kulağımda çınlayan o cümleleri duydum: 'Artık dayanamıyorum. Ne olur öldürün beni. Seni üzmek istemiyorum daha fazla, mahvoldun. Her akşam sabahı görmemek için dua ederek uykuya dalıyorum... Yardım et bana kızım, yardım et de öleyim ne olur. Çok canım acıyor...'


Bu sözleri o an doğru düzgün algılayamadım. ama aradan yıllar geçtikçe ve o ses kulaklarımda çınladıkça aklımı kaçıracak gibi oldum. Annem zaten kaçırdı aklını. O andan itibaren 2 yıla yakın hastanelerde yattı.
Anneannem gibi kendi ayakları üzerinde durmayı düstur edinmiş, muhtaçlıktan korkan biriyseniz... Tedaviniz yok, öleceğiniz kesin ama eşiniz dostunuz altınızı değiştiriyor...
Tedaviniz yok, öleceğiniz kesin ama kemiklerinizi testereyle kesen o ağrıları çekiyorsunuz...
Tedaviniz yok, öleceğiniz kesin ama yasak olduğu için bu eziyetten kurtulamıyor, dualara sığınıyorsunuz. Kendi canınızı alması için yalvarıyorsunuz allaha. Her an, her dakika.
[İkisi de doktor olan] annem ve dayımın o zaman yürekleri dayanamadı ama şu anda çok pişmanlar. Hep "keşke"lerle yaşıyorlar... 'Keşke anneme o kadar çektirmeseydim...'. Bir evlat için bundan daha korkunç ne olabilir ki...”[3]

            Bu gibi durumlarda sonuç olarak hastanın durumu, manevi anlamda, başkalarının insiyatifine kalmıştır. Fakat aile, çoğunlukla ümidi kaybetmeme taraftarıdır ve beklemeyi tercih eder. Ancak Nietzsche'nin o ünlü sözünde de olduğu gibi, “ümit işkenceyi uzatır”. Bir mucize ihtimali her zaman vardır kimilerine göre. Kaldı ki o kişiyi en çok seven kişiler olarak, sebep ne olursa olsun, çoğu zaman kimse onun “fişini çeken” olmayı göze alamaz. Bu sebeplerden ötürü, kararı kendileri alırken, eylemi gerçekleştirme görevini bir başkasına devrederler.


            Kimi durumlarda ise, bu görev devrinin sebebi daha farklıdır. Örneğin, Alzheimer hastalığında, kişi çoğu zaman ne için dışarı çıktığını, ve hatta kim olduğunu bile unutabiliyorken, planlı bir intihar gerçekleştirmesi zor olabiliyor. Bu sebeple, bilinci kısa süreliğine yerine geldiğinde, başka birilerinden bu konuyla ilgili yardım talep etmek durumunda kalabiliyor. Bununla birlikte, bir başka örnek olarak da, boyundan aşağının felç olması gibi durumlarda, hastanın intihar edebilme gibi bir şansı ve becerisi yoktur. Bu durumda ise hastanın durumu, fizyolojik anlamda başkalarının insiyatifindedir. Tıpkı hayatı Mar Adentro (İçimdeki Deniz) (2004) ve Condenado A Vivir (2001) isimli filmlere konu olan Ramón Sampedro'nun yaşadıkları gibi... Kendisi 30 seneye yakın bir süre boyunca, boyundan aşağısı felçli olarak, ailesinin bakımına muhtaç olarak yaşamış ve bu süre içinde iki farklı kadınla duygusal bir ilişki yaşamıştır. Ağzını kullanarak yazdığı dilekçelerle, ölümüne yardımcı olacak insanların ceza almaması için inanılmaz bir hukuk mücadelesi vermesine rağmen, başarılı olamamış, ve en sonunda 12 Ocak 1998'de yatağına potasyum siyanürle zehirlenmiş olarak ölü bulunduğunda, 7 yıl boyunca buna kimin yardım ettiği bilinememiştir. Dava zamanaşımına uğradığında, ölmeden önce onunla duygual bir ilişki içerisinde olan kadın, potasyum siyanürü ona kendisnin sağladığını itiraf etmiştir: “Bunu aşk için yaptım.” Zira ölümünden bir süre önce, Ramón kendisine şöyle demiştir: “Beni gerçekten seven kişi, ölmeme yardım edecek olan kişidir. Aşk budur, Rosa. Aşk budur.”[4]


            Bütün bunların yanı sıra, diğer yanda işin bir de tıbbi haklar kısmı var. Yapılan bir araştırmaya göre, üç ölümden ikisinin doktorlarca alınan tıbbi kararlara bağlı olduğu ortaya çıkıyor.[5] Aynı şekilde, hastanın ölüm zamanı da, doktorların kararlarına ve eylemlerine bağlıdır.[6] Ayrıca, hastanın tedaviyi reddetme hakkı olmasıyla da, doktorlar hastanın acı dolu bir ölüm yaşamasına göz yumulabiliyorlar. Amerika Birleşik Devletleri'nde “Doktor Ölüm” olarak anılan doktor Jack Kevorkian'ın ötanazi uygulamalarını ve mahkeme süreçlerini ele alan 2010 yapımı You Don't Know Jack isimli filmde, Kevorkian, ABD'nin yasal uygulamalarındaki sınırlamaların sonuçlarının, Nazi Almanya'sındaki cani doktorların uygulamalarının yarattığı acılardan daha farklı olmadığını öne sürüyor[7]: “Onlar da aynı şeyi yapıyorlar. İnsanları ölümüne aç bırakıyorlardı. Yiyeceklerini ve sularını kesip, onları ölmeye bırakıyorlardı. Ve bunların hepsi yasal. Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi, infaz için nazi metodunu kullanıyor.” Tabii benzer bir değerlendirme, sosyal güvencesi ve tedaviyi karşılayacak ekonomik durumu olmayan hastaları kapısından çeviren hastanelerin ve doktorların olduğu diğer ülkeler için de yapılabilir. Sonuçta, bu tip geri çevrimlerde, hasta kelimenin tam anlamıyla kaderine terk edilir, ancak bu durumda yasalarca kimse suçlu değildir, yalnızca hasta, sosyal güvencesi olmadığı için “görünmez”dir.


            Tekrar öldürme hakkının başkasına devredilmesi konusuna geri dönersek, bu konuda hastaların böyle bir tercih yapmasının bir diğer sebebinin de, başarısız, ve hatta durumu daha da kötüye götüren intihar girişimleri olduğunu görmek mümkün. Bununla birlikte, elbette ki söz konusu eylemin gerçekleştirilmesindeki nihai amaç “acıyı sonlandırmak” iken, hastalar çoğu zaman “en az acı verecek” ölüm şeklinin ne olduğuyla ilgili muallakta olduklarından, “bir bilen”den destek almayı daha az riskli buluyorlar. Ayrıca, kimi öldürücü zehirlere doktorların daha kolay ulaşabildiğini düşündüğümüzde, bu tip bir seçimin daha yerinde olabileceğini düşünmek de mümkün.

Bütün bunlara ek olarak, konunun bir de psikolojik boyutuna inmek gerekirse, ötanazi talep eden hastalarla, normal intihar teşebbüsünde bulunan insanlar arasında ciddi farklılıklar olduğu da iddia edilebilir. Birinde, tedavisi mümkün olmayan fiziksel acıları dindirmek için en son çare olarak ölüm tercih edilirken, diğerinde tartışmalı bir “çözümü olmayan” psikolojik durum söz konusudur. Yani birinde acıyı dindirebilmenin tek yolunun ölüm olduğu somut bir gerçekken, psikolojik durum için tek ve nihai çözüm olduğu tartışmalıdır. Burada dikkati çekmek istediğim nokta hangisinin daha akıllıca olduğuyla ilgili değil, hangisinin daha zor ve bilinç tamamen yerindeyken alındığı düşünüldüğünde de cesaret gerektiren bir karar olduğuyla ilgilidir. Ve cesaret gerektiren işler kanımca, yanında destek olsun ister. Dolayısıyla, kimi hastaların bu yöntemi tercih etmesinde “cesaret eksikliği”nin fazlaca rol oynadığını düşünüyorum. Bilincin bulanıklaştığı normal intihar vakalarından farklı olarak, kişi son anda vazgeçmek istemiyor olabilir. Normalinde bu eylemi baş başayken engellemeyeceği garanti olmayan bir yakını bile, “beyaz önlük” etkisi ile, doktorun varlığında yapılan müdahaleye engel olmayacaktır.


            Bütün bunlardan da öte, bir bilinmeyene doğru çıkılan bir yolculuğun arefesinde, yalnız olmamayı istemek çok da şaşırılacak bir durum olmasa gerek... Kim bilir, belki de içten içe kendisini iyi edemeyen doktorlardan, ya da kendisi artık yokken orada hala var olup yaşayacak, hatta bir süre sonra hayatlarına hiç böyle bir kayıp yaşamamışlar gibi devam edecek olan sevdiklerinden bir nevi intikam almak istiyorlardır onları bu ölüme dahil ederek. Öyleyse bile, artık ortada suçlanacak ve hesap sorulacak bir özne kalmamıştır.







[1]    http://www.tbmm.gov.tr/anayasa.htm adresinden ulaşıldı.
[2]    http://www.euthanasia.com/euthanasiamap.html adresinden ulaşıldı.
[3]     http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=%2317159090 adresinden ulaşılmıştır. 
[5]    Johnson, M.H, & Richards M. (Eds.) (2007). Death Rites and Rights. Oregon: Hart Publishing. s. 4
[6]    Ibid., s. 38.
[7]    Filmde Kevorkian'ı canlandıran Al Pacino'nun repliklerinin bir kısmı, senaristin bire bir Kevorkian ile yapmış olduğu röportajlardan derlenip uyarlanmıştır.