24 Aralık 2009 Perşembe

Bitmeye Mahkum İlişkiler

Bir ilişkide samimiyetten daha ne önemli hiçbir şey olmadığı inancındayım. Kartlarını açık oynayacak iki taraf da, yoksa oraya buraya tıkıştırılıp saklanmaya çalışılan kartlar, bir şekilde pıtır pıtır dökülür saçılır ortalığa en olmadık zamanlarda. Karşılıklı oturup şöyle demek gerekir: "Bak, ben şunları yaşadım, üzerimde şu gibi etkileri oldu ve o yüzden şu kararları aldım. Senin bana etkilerin de şunlar ve bizle ilgili düşüncelerim de şunlar. Hadi bakalım, sende sıra."

Yani bu kadar kaba bir biçimde değil tabii ki, ama bir şekilde bu içeriğe ulaşmak lazım.

Kartlarını gizleyenlerden daha kötüsü de var elbette. Mesela, blöfçüler! En tehlikelisi bunlardır diye düşünüyorum. Genelde kartlar açıldığında, ilişkinin biteceğinin farkında olanlar blöf yapma yoluna giderler. Yazık, bu tipler en tehlikeli oldukları kadar, en acınası olanlardır aynı zamanda.

Şöyle bir şeyler karalamıştım bir zamanlar Gitmek ile ilgili:

"Gitmek gerekir bazen, yormadan, bıktırmadan.. Sonu belli bir filmi, ağır çekimde oynamak yorar, yıpratır.. Sana kalan sevgiyle, birazcık onurunla, gideceksin vaktiyse. 'Git' dendiğinde, kendini acınacak durumlara sokup filmi uzatmaktaysa tek çaren, acınacak durumdasındır o zaman gerçekten işte.. Kaybeden olmaktan daha kötüsü, kaybolan olmaktır belki de.."


Maske klişesini de kullanmak istemezdim ama düşündüm de, ya samimiyetsiz bir ilişkide ruhlar birbirlerini yukarıdaki gibi görüyorlarsa? Çok korkunç.

14 Aralık 2009 Pazartesi

Vatan, Millet, Sakarya!

Nefes adlı filmi izlemedim. İzlemeyi de düşünmüyorum ama beğeneni çok, o yüzden emeklerine sağlık. İzlemediğim bir film hakkında yorum yapmak istemiyorum.

Ama bu film çok tuttuğuna göre, benim süper bir fikrim var. Şimdi bir film çekilsin. Süper iş yapacak, iddia ediyorum bakın. Adı "Vatan, Millet, Sakarya!" olsun. Zaten sırf bu isim sayesinde, konusu, oyuncuları hakkında hiçbir şey bilmeden gelip izleyenlerle ilk hafta zirveye oturur, vallahi bakın. Sonra konusu şöyle olur: Bir satranç tahtası görürüz. Yüzlerini göremediğimiz iki kişi, bu kıyasıya satranç mücadelesinde, tabii ki öncelikle piyonları harekete geçirirler. Piyonlarla oynamaya başlamalarından az önce, "En büyük asker bizim asker!" nidaları ve korna sesleri duyulur arka planda. Oyun boyunca, hep satranç taşlarını görürüz yakın planda. Hatta devrilen her taşla birlikte, ağır çekim ve güçlü bir devrilme sesi duyulsa tam olur. Ha, her devrilen piyonun ardından duyulacak "Şehitler ölmez, vatan bölünmez!" sloganını da unutmamak lazım.

Sonra işte bir şekilde, bayağı uzun bir süre sonra bir taraf şah çeker, sonra da mat eder, fakat beyaz şahı devirmeden bırakır (sembolik anlam açısından siyahın kazanması daha uygun gibi). En sonuda da şöyle bir şey olur: Oyunu idare eden ellerden biri siyah şahı, diğeri de beyaz şahı avucunun içine alır. İki oyuncunun da bu taşları, ceplerinden çıkardıkları kadife bezlerle silip, göğüslerinin üzerlerindeki ceplere koyduklarını görürüz. Daha sonra da oyuncuları yine yüzleri görünmeyecek biçimde, masadan kalkarak, kolları birbirlerinin omuzlarında, uzaktaki başka kurulu satranç masasına doğru giderlerken görürüz. Fakat o tahtada eksik olan bir siyah, bir de beyaz şah vardır...........

En son karede de, izlediğimiz oyunun tahtasını görürüz. Devrik piyonlar, atlar, filler.... Ve arka planda, "Vatan sağ olsun demiyorum, demeyeceğim!" diye haykıran bir annenin sesi...

Siyah bir ekran üzerinde "Sonsuz?" yazısı görünürken de, "Bir oğlumu vatana feda ettim, bir oğlum daha var, o da feda olsun!" diye bağırarak ağlayan bir annenin sesi...

Ve muhtemelen bu noktada, sinema salonları alkıştan yıkılır. İzleyici, sonunda filmde anlaşılır bir şey bulabilmiştir...

8 Aralık 2009 Salı

Her Türk Asker mi Doğar, Aptal mı?

Geçenlerde bir otobüs firmasının otogarında toplanmış yaklaşık 200 kadar kişi, Aziz Nesin'in ünlü "Türk milletinin yüzde altmışı aptaldır" sözünü doğrularcasına, en büyük askerin onlarınki olduğunu iddia ediyorlardı hep bir ağızdan...

Bu ülkede hala askerliğin yakın bir gelecekte kaldırılacağına inananlar varsa, şu günlerde gerçekleşen asker uğurlama törenlerine izleyici olarak katılsınlar ve ne kadar yanıldıklarını görsünler. Bu kadar gönüllüsü, bu kadar şakşakçısı varken bu olayın, kaldırmak bir yana, daha da uzatabilirler kanımca askerlik süresini ilerleyen yıllarda. Halbuki askerlik tercihe dayalı olsaydı bile, bayağı bir gönüllüsü olurdu gibi geliyor bana. O yüzden rica ediyorum, istemeyen insanı zorla almayın kardeşim askere... Vallahi bir şey kaybetmezsiniz...

O kadar insan oraya toplanıp halay çekeceğinize, otobüslerin önüne yatıp eylem yapmanız gerekirdi a salaklar! Ha, tabii o zaman oraya formalite icabı gelen polis ekibi sadece "silah atmayın arkadaşlar" şeklinde uyarılar yapmaz, bizzat kendi silahlarını kullanırdı..

Bu insanların hayatlarından çalınan zamanı kim, nasıl geri verecek?

Herkesten nefret ediyorum bazen..

cidden..