22 Ocak 2012 Pazar

Kıskançlık

Eveet, neredeyse tam 2 sene sonra yeniden bir yazı yazmaya karar verdim. Aslında yazmayı planladığım şey bambaşkaydı ama bir de baktım ki, 2 senedir hala aynı kıskançlıklar içerisindeyim (bkz. John Fowles ile ilgili yazım). O zaman dedim kıskançlıkla ilgili yazayım..

Şu an yaşadığım hayata bakıyorum, bir de bir şeyler üreterek/yaratarak insanları mutlu eden, hayrete düşüren insanların hayatlarında bakıyorum da, nasıl olacak bu işler bir türlü bilemiyorum. E onlar da yaşadı biz de yaşıyoruz sözde? Her ne kadar hepimiz toprak altında aynı boktanlıkla çürüyecek de olsak, insan kıskanıyor arkasında güzel bir şeyler bırakıp gidenleri.. Düşünüyorum da ben öldükten sonra beni tanıyan son insan en iyi ihtimalle bir 60 sene daha yaşasa (çocuk olacağını varsayıyorum bu kişinin ben öldüğümde), aha işte ondan sonra bittik gittik.. Bu işin "ölümsüzlük sevdası" kısmı tabii esasen ve çok ilkel ve doğal bir güdü aslında. Ama işin diğer çok önemli boyutu da şu ki, şu an yaptığım işten hiç memnun olmadığım gibi, beni neyin memnun/tatmin edeceğini de bilemiyorum ne yazık ki.. İstesem her şeyi yaparmışım gibi geliyor ama üzerimde öyle bir senelerin tembelliği var ki, hiçbir şey için harekete geçecek yeterli enerjiyi bulamıyorum (enerji derken, motivasyon demek istiyorum tabii aslında).. Bazen süper bir öfke patlamasıyla çok kesin kararlar (!) alıyorum, tamam diyorum, yarın istifamı veriyorum, sevgilimi ve kedimi de alıp bambaşka bir şehirde, hatta başka bir ülkede yeni bir hayata başlamak için gerekli hazırlıklara başlıyorum.. Ama sanki görünmez elastik bir iple, sabit bir duvara bağlanmışım gibi uyuyup uyandığımda aslında sıfır noktasına geri dönmüş oluyorum: Bütün o öfkeli ve kararlı insanın yerinde yeller esiyor oluyor..


Yani özetle, güzel bir müzik dinlediğimde, başarılı bir film izlediğimde, etkileyici bir kitap okuduğumda, bu eserlerin yaratıcılarına hayranlıkla birlikte çok derin bir kıskançlık beslemeye başlıyorum.. Daha da fenası bu durum aşırı bir mutsuzluğu da beraberinde getiriyor ne yazık ki.. Tam ergen tribi gibi ama elimde değil cidden. Zaten kaçıncı bunalım ergenlik dönemimi yaşıyorum artık belli değil =).


Bunların yanı sıra, şu aralar çokça kendimi "keşke tiyatroyu hiç bırakmasaydım" diye düşünürken buluyorum ama her şey için çok mu geç ki acaba?