13 Temmuz 2009 Pazartesi

Arkadaşlar falan..

Şimdi ben bu blog işine girdim ama, açıkçası tutup da kimliğimi ifşa etmeyi hiç ama hiç düşünmüyorum. Benle iletişimi şöyle ya da böyle 79796 yıl önce kesmiş bir insanın tutup da burada adımı gördüğünde, "Ayy şekeriiim nerelerdesin sen neler yapıyorsun bi ara görüşelim olur mu mucux grşrz" falan gibi şeylerle bana gelmesini hiç istemem şahsen. Tamam, teknolojinin nimetleri falan güzel şeyler bunlar da, ben bu arkadaşlık denen şeydeki samimiyetsizliğe yaklaşık olarak 16-17 yaşlarımdan beri pek katlanamıyorum. O yüzden de uzun zaman önce hem feysbuktan, hem de yaklaşık 200 kişinin "arkadaş" listemde bulunduğu MSN Messenger adresimden uzuuun zaman önce kurtuldum ve herkese de aynı şeyi yapmalarını tavsiye ederim. Meğer ne çok boş zamanım varmış!

Mutlaka herkesin çok ama gerçekten çok sevdiği bir iki arkadaşı vardır. Onları bu konudan tenzih ederek yazıma devam etmek istiyorum. Çünkü zaten sorun o "dost" diyebileceğimiz bir-iki kişi dışında, hayatımızı meşgul eden, orada burada ister istemez karşılaştığımız gereksiz kalabalıkla ilgili kanımca.

Mesela uzaktan bakarsınız, 8-10 kişilik bir arkadaş grubu... Kahkahalar (ki olmazsa olmazdır! birisi ya da birileri bu grubu güldürme misyonunu bir şekilde üzerine almıştır mutlaka..), yüksek sesle konuşmalar, herkes pek bir seviyordur sanki birbirini, tam bir dayanışma ve uyum...

Yok ya!

Böyle bir kalabalık arkadaş buluşmasından sonra eve gittiğinizde pestiliniz çıkmıştır yorgunluktan... E neden ki, taş mı taşıdınız? 10 km koştunuz mu?

Tabii ki hayır. Sadece birkaç saattir rol yapıyordunuz ve kalabalığın frekansını tutturmak için çaba harcıyordunuz. Bir başkasını, bir başka dünyayı anlamak çok mu kolay sanıyorsunuz? Hele bir de ona ayak uydurmak... Kaldı ki 8-10 kişilik bir "bambaşka dünyalar" grubundan bahsediyoruz. Elbette ki yorulursunuz!

"İçsel derinlikten yoksun insanları kalabalık ortamlarda çok sık görürsün, fakat içsel derinliğine ulaşmış bir insan maalesef sosyal yalnızlığa mahkumdur" demişti hayatımın kurtulmasına vesile olan insanlardan biri bir gün. Düşündüm bu lafı uzun zaman... Gerçekten haklıydı sanırım.

İnsan kendini yavaş yavaş, aşama aşama tanırken, bir adım sonrası kendine bile muammayken, nasıl olur da her önüne gelen "ben seni çok iyi anlıyorum" diyebilir? Burada bir samimiyetsizlik yok da nedir?

Bu sayfada kimliğimi ifşa etmeyecek olma sebeplerimden biri de, bu satırları okuması muhtemel olan gerçek arkadaşlarımın da tutup bana "Sen bizi sevmiyor musun, bizimleyken rol mü yapıyorsun?" diye sorabilme ihtimalleridir. Onları sevmiyor muyum? Hayır, tabii ki seviyorum. Bir elin parmaklarından az sayıdalar, ve gerçekten de zaten az bulunan şey değerlidir. Ama sadece az bulunan şey mi? Hayır, aynı zamanda hiç bozulmayan şey değerlidir. (bkz: altın)

Rol yapma konusuna gelince, eh, açıkçası hiç yapmıyorum dersem yalan söylemiş olurum. Zaten bana göre, insan bir tek kendi başına kaldığında ve "kendimin aynası" diyebileceği insanın yanında yüzde yüz kendisi gibi olabilir. Ve bu insanı bulmak da herkese nasip olmaz ne yazık ki (ben buldum, o ayrı mesele.. ha ama hemencecik ve kolay mı oldu.. tabii ki hayır.. o da başka bir günün konusu olsun..).

Neyse, uzun lafın kısası (daha doğrusu, PC başından kalkınca konsantrasyon bozuldu =)) isteyen "arkadaş" yolda karşılaşmadan, internette aynı siteye üye olmadan, aynı organizasyonda buluşmadan da istese gayet güzel hatır sorabilir aslında. Kim yolda 84985 sene sonra karşılaştığı arkadaşıyla telefon numarası alışverişi yaptıktan sonra, geri dönüş yapmamazlık etmemiştir ki, itiraf edin...

Hiç yorum yok: