İnsanlık tarihinde, korkuların en büyüğü "öteki"ne karşı duyulandır kanımca. Kişi, kendi gibi olmayan "yabancı"ya karşı, korkuların en tehlikelisini besler. Bu korku, "bilinmezlik"le doğrudan ilişkilidir, yani kişi, aslında bilmediği bir şeyden korkar. Bu da korkuların en tehlikelisidir. Zira, ötekinin kişilik haklarına ve hatta hayatına karşı bir tehdittir.
Tarihte bu korkuyu bariz bir biçimde bir devlet politikası haline getiren Güney Afrika'da bu durum, tarihe bir kara leke olarak geçen "aparthayd"ın doğmasına sebep olmuştur. Bu ayrımcılığa karşı savaşı süresince, 27 yıl kadar hapis yatan Nelson Mandela ile ilgili çok güzel bir film izledik nişanlımla geçen gün: Goodbye Bafana (Özgürlüğün Rengi). Mandela'nın gardiyanı Gregory ile olan, o zamana göre olmaması gerektiği düşünülen iyi ilişkilerini anlatıyor şeklinde özetlenebilir konu. Gregory'nin anılarını yazdığı bir kitaptan uyarlanan filmle ilgili değinmek istediğim noktalar, az da olsa spoiler içerebilir, ama çok değil. Yine de uyarayım.
Filmde gardiyan Gregory'nin koyu faşist karakterinin, zamanla Mandela'yla yakınlaştıkça, oldukça çarpıcı bir şekilde değiştiğine şahit oluyoruz. Hükümet tarafından, yasaklı yayın ilan edilmiş, yani üst düzey yetkililer hariç kimsenin okuyamayacağı Özgürlük Bildirisi'nin gerçek içeriğinden bihaber, siyahların bütün beyazları katletmek istediğiyle ilgili bir yazı olduğunu sanan Gregory, sonunda bir şekilde bildiriyi okuduğunda, "bilinmezlik" ve "korku" üzerine kurduğu faşist fikirlerin değişmesi, Mandela'yı daha yakından tanımaya başlamasının ve ona karşı duyduğu "öteki korkusu"nun da zamanla yok olmasının etkisiyle, tam bir duygusal ve kişiliksel evrim geçiriyor. Tanıdıkça, bildikçe, korkuları azalıyor. Tabii, bu noktada önemli bir durumun altını çizmek de gerekir. Diyebilirsiniz ki, neden öteki gardiyanlar da aynı evrimi geçirmiyor o zaman. Onlar da tanıdıkça, bildikçe, korkularından ve faşizanlıklarından arınabilirlerdi diyebilirsiniz. Fakat Gregory'i onlardan ayıran bir durum var: Gregory, küçükken yaşadığı köyde, hiç beyaz yaşıtı olmadığı için, siyahi bir çocukla arkadaşlık kurmuş ve aynı zamanda Mandela'nın da mensubu olduğu kabilenin dilini de öğrenmiştir bu arkadaşlık sayesinde. Ben, Gregory'nin bu evriminde, bu arkadaşlığın ve dil unsurunun da büyük payı olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlık, önyargının çok sağlam temelleri olmamasına sebep olmuştur kanımca. Yani küçükken arkadaşı olan bir siyahın iyi biri olması, yetişkin Gregory'nin bilinçaltına "siyahlar da iyi insanlar olabilir"i yerleştirmiştir mutaka.
Dil konusuna gelince, iki farklı dünyayı birbirine yakınlaştıran çok önemli bir unsur olduğunu düşünüyorum. "Bir ortak noktamız var, belki daha da çoğu vardır" mesajı yankılanıyor olmalı bu konuyla alakalı Gregory'nin bilinçaltında.
Şimdi bu filmden, bambaşka bir filme geçiş yapacağım ama şaşırmak yok. Mahsun Kırmızıgül'ün yazıp yönettiği "Güneşi Gördüm" ile ilişkilendirmek istiyorum yukarıda yazdıklarımı. Ne alaka demeyin, çok alakası var. Filmi dün izledim, ve hakkında düne kadar o kadar çok kötü yorum okudum ki, dedim herhalde zaman kaybı olacak ama merak da ediyordum. İyi ki de izlemişim, gayet başarılı bir filmdi. Neyse, bu tamamen benim zevkimle alakalı, ama değineceğim nokta, yine ötekiyle alakalı. Bir kere, şimdiye kadar okduğum eleştirilerin 10'da 8 kadarı, tamamen aslında Mahsun Kırmızıgül'ün kişiliğine dolaylı yoldan saldırı niteliğinde. Yani film eleştirilirken aslında gerçek hedef, Kırmızıgül. Neymiş, Allah'ın kırosu, kendine yer edinmek istiyormuş camiada. Yahu deli misiniz, edinir edinmez, size ne? Bizim ülkede gizliden gizliye bir Kast Sistemi vardı da ben mi bilmiyorum acaba? Şu su götürmez bir gerçek ki, bu adam ilk meşhur olduğu yıldan bu yana, kendini çokça geliştirdi. Ve çektiği filmler de, çok ses getiren birçok yerli yapımdan daha kaliteli kanımca. Karakteri ve yaptığı müzik beni ne ilgilendirir? Ama hakkı olduğu yerde, insana hakkını teslim edeceksin.
Maalesef gerçekten de bizim ülkemizde de resmen olmasa bile, karşımızdaki kişiye yaklaşımlarımızda sanki bir kast sistemi uygulaması var. Bunun da merkezinde korku yatıyor diye düşünüyorum. Tabii bu konuda ekstradan bir de çekememezlik duygusu da hakim diye düşünüyorum. Hani "ben bile yapamıyorum, bu kıroya ne oluyor" gibisinden... Çok yazık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder